top of page

Dağın Başında Düzlüğün İşi Ne? (ÖYKÜ)

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2020

Yağmur şiddetini iyiden iyiye artırmıştı. Cama vuran yağmur tanecikleri yolcuların yüreğini hoplatıyordu. Yol boyu görünen uçsuz bucaksız düzlükler yerlerini gözleri kör eden bir beyazlığa bırakıyordu. Dışarıdaki beyazlık aracın içinde aralıksız yanan kaloriferlere rağmen insanın içini üşütüyordu. Yağmurdan yolu göremeyen beton suratlı, koca göbekli, seyrek saçlı, sigara içmekten parmakları sararmış olan şoför; otobüsü yol boyunca ne kadar çukur, menfez varsa hepsine sokmaktan çekinmiyor yolcuların uzan zamandır boş olan midelerini karman çorman ediyordu. Saatlerdir otobüste olan yolcuların, yolun sonuna kadar gelmiş olan idrarları sarsıntının da etkisiyle artık özgürlüğüne kavuşup kendini yer çekimine bırakmak için zorluyordu. Bıyıkları sararmış, yüzü buruşmuş, bir ayağı çukurda olan ve cennete gitmek için hiçbir umudu olmayan kır saçlı, pis ceketli yaşlı adam idrarının verdiği gerginlikle dayanamadı ve ağızının pis kokusunu umursamadan şoförün kulağına eğilip kısık sesle “Kaptan çok sıkıştım. Şu arabayı bir yerde durdur su dökeyim” dedi. Şoför hiç istifini bozmadan “Dayı bu yağmurda nasıl durayım. Hem tut biraz on dakika sonra mola vereceğim” dedi. Yaşlı adam şoföre verecek cevap bulamadı. İşe yarayacağını düşünerek gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. Başka şeyler düşünmeye çalıştı. Bu sırada yolun bitip otobüsün duracağına inanıyordu. Şoförün söylediği on dakikanın bir an önce son bulmasını umuyordu. Derken otobüs yavaşlamaya başladı. Sağa sinyal verip yol kenarındaki boşluktan içeriye doğru girdi. O sırada yol boyu ortalıkta görünmeyen, gözlerindeki çapakları temizlemekle uğraşırken bir yandan koridorda sendeleyerek yürüyen uzun boylu, sıska, bir günlük tıraşlı, turşu gibi kokan muavin kapının yanına geldiğinde yolculara dönüp, “Yarım saat yemek ve ihtiyaç molası” diye bağırdı.

Yaşlı adamla şoförün konuşmasına şahit olduktan sonra iyice tuvaleti gelen D. muavinin önünden rüzgâr gibi geçerek otobüsten atladı. Tuvalete doğru hızlı adımlarla giderken saatlerdir guruldayan midesinin seslerini duymaz olmuştu. Artık ne gittiği yeri, ne yola çıkmadan önce ona laf atan komşusuna veremediği cevabı, ne sevgilisinden ayrılırken söylemek isteyip söyleyemediği son sözü, ne aklındaki romanın finalinin son cümlesini, ne cebinde olmayan parayı, ne düşüncelerini ifade etmenin suç olduğu “ütopik” dünyayı, ne de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan mercan resiflerini düşünebiliyordu. Tek düşünebildiği ise idrar torbasını patlatacakmış gibi sıkıştıran idrarını; gerçekte var olup olmadığı belli olmayan, olsa da şoförün dünyasındaki düşüncelerinden ibaret olan bu izbe tesisin temizlenmediği için sararmış, sigara izmaritleriyle dolu pisuvarlarına ulaşmaktı.

İşini görüp tuvaletten çıkarken burnuna gelen köfte kokusuna istemsizce yürümeye başladığı sırada tesisin hoparlörlerinden hüzünlü bir kadın sesi yükseldi. “İstanbul- İsimsiz seferini yapmakta olan İsimsiz Turizmin sayın yolcuları mola süreniz dolmuştur. Otobüsteki yerlerinizi almanız önemle rica olunur.” Duyduğu sesle afallayan D. kadının sesinin neden hüzünlü olduğunu düşünmeden edemedi. Yoksa dünyasında kıyamet mi kopmuştu? Ya da şoförün düşüncesinde olmaktan mı elem duyuyordu? Kafasındaki bu düşüncelerle boğuşurken karnının gurultusunu yeniden duymaya başladı. O an ne kadar aç olduğunu hatırladı. Köfte tezgahına yöneldiği anda burnuna turşu kokusu gelmeye başladı. Tam köfte siparişini vereceği sırada yanına geldiğini fark edemediği muavin kulağına doğru eğilip “Abi araç kalkıyor. Herkes seni bekliyor” diye fısıldadı. Muavinin sigara kokan nefesinin kulağına çarpışıyla irkilen D. bir anda insanların kendini beklediğini düşündü. Bu düşünce ona insanların ve kendinin günlük yaşamlarında verdikleri mücadele ve çabalar kadar anlamsız geldi. Tuvalete gitmeden önce mola verildiğini hatırladı. Tuvalete gidip işini görüp çıktığını ve hüzünlü kadının sesini duyduğunu düşündü. Yoksa kadın otobüsün kalkacağını mı haber vermişti ama yarım saatlik molayı tuvalette tüketmiş olamazdı. İşini görüp çıktığını düşündü. Yoksa zaman herkese göre farklı mı akıyordu. Belki de şoförün düşüncesindeki dünyada geçen zamanla kendi düşüncesindeki dünyada zaman farklı akıyordu. Eğer şoförün dünyasıyla kendi dünyasında zaman farklı akıyorsa kendi dünyasında aç olmama ihtimali vardı. Bu düşünceler aklından geçerken insanların onu beklediğini anımsadı. Kendi dünyasında aç değilse otobüse binebilirdi. Muavinle otobüse doğru yürümeye başladı. Yürürken başını muavine doğru çevirdi ve fısıldayarak sürekli aklını kurcalayan soruyu ona sordu. “O kadının sesi neden hüzünlüydü.” diye sordu. Muavin umursamaz bir tavırla cevap verdi. “Hangi kadın abi?”

Yağmur durmuştu. Otobüs güneşin battığı dağlara doğru hızla ilerliyordu. D. kafasındaki sorunların verdiği yorgunlukla biraz uzanmak istedi. Koltuğunu geriye yasladığında “ahhh” diye bir ses duyup irkildi. Arkasında oturan adamdan geldiğini fark etti. Koltuğu hemen tekrar kaldırdı. Kafasını arkaya çevirip adama bakmaya cesaret edemedi. Sanki adamı öldürmüş gibi utandı. O an aslında adamı öldürseydi utanmayacağını düşündü. Çünkü adamı öldürecek olsa utanacak bir erdeme sahip olmayacağını düşündü. Bunu düşünürken koluna değen el ile irkildi. Elin geldiği yere kafasını çevirdi. El yanında oturan uzun saçlı, keçi sakallı adamın eliydi. Yanında oturan bu adamı ilk defa fark etmişti. Adam yolun başından beri orada mı oturuyordu. O sırada adamın bir şeyler söylediğini fark etti. Yanında oturan adam ona nereye gittiğini soruyordu. D. şaşkın bir ifadeyle “İsimize gidiyorum.” dedi ve “Siz nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Uzun adam “Savaşa” dedi. D. adamın dünyasında savaş çıktığını düşündü. Adamın dünyasında savaş varsa neden şoförün düşüncesindeki dünyada savaşa gittiğini düşündü. D. nin beynine düşüncelerine sorular üşüşüyordu. Hepsini ona sormak istedi. Adamın gözlerinin içine baktı ve “Niçin savaşıyorsun” diye sordu. Adamın gözleri birden açıldı. Dişlerini sıktı. Sanki gözlerinden ateş püskürecek ve herkesi yakıp kül edecek gibiydi. Uzun sakallı adam, “Hak ve eşitliği mümkün kılmak için.” diye cevap verdi. D. uzun sakallı adamın söylediklerini kafasında oturtamadı fakat sormaya devam etti. “Peki, savaştıktan ne olacak” diye sordu. Uzun sakallı adam göğsünü şişirip, gururlu bir tavırla cevap verdi. “Barış olacak. Herkes mutlu ve huzurlu bir şekilde eşit olarak barış içinde yaşayacak. Herkes eşit fırsat hakkına sahip olacak, herkes kendi yeteneği doğrultusunda üretecek ve kaynaklar eşit paylaşılacak” dedi. Uzun sakallı adamın söylediklerini dikkatle dinledi. O anda D. nin aklına başka bir soru geldi. Soruyu sormaya yeltendiği sırada arka taraftan “Abimmm” diye bir ses geldi. Ses o kadar şiddetliydi ki D. bir anda irkildi ve sormak istediği soruyu unutup arkaya kadının oturduğu yere doğru baktı. Turşu kokulu muavin hemen kadının yanına gitti. Durumunu sordu. Kolonya uzatmaya çalıştı fakat kadın muavinin elini iterek kafasını koridora doğru uzatıp kaptana seslendi. “Kaptan durdur arabayı, kaptan durdur” dedi. Kaptan hiç istifini bozmadan “Ne oldu abla? Neyin var.” dedi. Kadın heyecanlı bir şekilde “Abimi gördüm rüyamda, abim öldü benim bana geldi benimle konuştu.” Kaptan “Hasbinallah” diyerek kafasını yana çevirdi. Şoför kafasının hafifçe çaprazında oturan adama çevirdi “Hep bana mı denk gelir abi ya” dedi. Adam saatlerdir tuvaletini tutmanın verdiği sıkıntıyla hiç oralı olmadı”. Dertleşmeye çalıştığı adamdan hiçbir dönüt alamayan otobüsün kocaman camına sonradan yapıştırıldığı belli olan pis aydan kadının olduğu yere doğru bakarak seslendi. “Abla az daha sabret on dakika sonra duracağız zaten”. Kadın şoförün söylediklerinden memnun olmamasına rağmen yine de bir şey demedi. Kafasını koltuğa yasladı. O sırada olup biteni merakla izleyen D. kafasındaki soruların hepsini unutmuştu. Artık bu yolculuğun bir nihayete ulaşmasını istediğini düşündü. İstediği şeyin olması an meselesiydi. Saatlerdir bir yokuşu bitirip diğerine başlayan otobüs yavaşlamaya başlamış ve kocaman bir düzlüğe gelmişti. Bu uçsuz bucaksız düzlükte sadece birkaç derme çatma küçük ev ve evlerden daha fazla olan büyük baş hayvanlar vardı. D. bir anda bu uçsuz bucaksız düzlüğü anımsadığını hissetti. Halbuki buraya daha önce hiç gelmediğini düşünüyordu. Ama daha önce gelmediği yeri nasıl anımsayabilirdi. Aynı zamanda buraya neden gelmişti. Bu sorunun cevabını bilmediğini o an fark etti. D. bunları düşünürken otobüs önce sağa sonra sola döndü. Sonra dar bir sokaktan geçip yıkık dökük bir binanın önünde durdu. Binanın önünde birçok insan bekliyordu. Bekleyen insanlar geçtikleri düzlüklerde otlayan ineklerden bile fazlaydı. Bunları düşündüğü sırada burnuna turşu kokusu gelmeye başladı. Koku gittikçe yaklaşıyordu ve burnunu yakan bu koku yüzünden artık düşünemiyordu. O sırada kokunun yanından geçen muavinden geldiğini anladı. Muavin otobüsün ön camının önünde merdivenin yanında durup yolculara bakarak yüzündeki tebessümle konuşmaya başladı. “Sayın yolcularımız son durağımıza geldik. Hepinize geçmiş olsun. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz” dedi. Tam arkasını dönecekken dayanamadı ve o içini gıdıklayan cümleyi pis bir gülümsemeyle söyledi. “E başka bir firmayı seçme şansınız yok. Buraya sadece biz geliyoruz.” dedi. Yaptığı soğuk espriye herkesin gülmesine bekleyen muavinin yüzü, hiç kimse tepki vermeyince düştü. O sırada şoförün arkasında oturan yaşlı adam muavinin yanından rüzgâr gibi geçip arabadan indi. Sanki bir anda otuz yaş birden gençleşmişti. Arabadan iner inmez bir sigara yaktı. Sanki yıllardır sigara içemiyormuş gibi büyük bir kuvvetle sigarayı içine çekti. O sırada etrafına bakmaya başladı. Hayret ve merakla etrafına bakıyordu. Daha önce defalarca geldiği bu yeri sanki ilk defa görüyor gibiydi. Gördüğü her şey ona yabancı geliyordu. Kafasına sayısız düşünce üşüşmeye başladı. Düşüncelerin ağırlığına dayanamayan yaşlı adam dizlerinin üstüne çöktü. Karşısında duran yeşil çimenlerle kaplı, üstündeki hayvanların hiç doymak bilmez bir şekilde otladığı, bulutların insanın başına değecekmiş gibi yere yakın olduğu uçsuz bucaksız düzlüklere baktı. Bu uçsuz bucaksız düzlüklere daldığı sırada turşu ile karışık sigara kokusu almaya başladı. Kafasını çevirdi ve o anda muavini yanında gördü. Muavin sessizce yanına gelmişti. Muavin, “İyi misin abi?” diye sordu. Yaşlı adam yağa kalktı ve muavine doğru dönüp kafasında dönüp duran birçok sorudan ikisini cevap bulma ümidiyle muavine sordu. “Dağın başında düzlüğün ne işi var he bir de neden barışı sağlamak için savaşmak gerekir?” diye sordu. Muavin bu soruyla meczup olduğunu düşünmeye başladığı yaşlı adama umursamaz bir tavırla “Hadi hadi insanlar seni bekliyor” dedi. Yaşlı adam yürümeye yeltendi. Yürümek için ilk adımını atmaya yeltendiği sırada bir soru daha sormak istedi. O soruyu sormamak için kendini sıktı, zorladı, terledi. Bunca çabasına rağmen dayanamadı ve “Peki, o kadının sesi neden hüzünlüydü?” diye sordu.



Fatih KAVASOĞLU

Eylül 2020

Hanak

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
MEMLEKET

Güneş yeni yeni kendini göstermeye başlamıştı. Hafif bir rüzgâr, bir bayram sabahı kokusu… Başıboş sokak köpekleri devriye gezmeye...

 
 
 
MASA (Öykü)

E. orta boylu, kumral; yürümeye başladığı andan beri köyde çeşitli işler yaptığı için iri yapılı, orantısız bir görüntüye sahip kas...

 
 
 
AYNA(ÖYKÜ)

Sıcak bir yaz akşamıydı. Dağdan esen meltem, taze toprak kokularını da beraberinde getiriyordu. Dört yanım –ateş böceklerini saymazsam-...

 
 
 

Comments


Yazı: Blog2 Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, meczupmuallim tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page