top of page

MEMLEKET

Güncelleme tarihi: 16 Nis

Güneş yeni yeni kendini göstermeye başlamıştı. Hafif bir rüzgâr, bir bayram sabahı kokusu… Başıboş sokak köpekleri devriye gezmeye başlamış, saldıracak insan arıyordu. Kısım kısım açılan kepenkler vardı her yerde. Derin bir uykunun ardından şehir yeni yeni uyanıyordu. Uykusunu alamamış çocuklar okul yollarına düşmüş, okul hayatının bitmesi için gün sayıyorlardı. Lisede okuyanlar az kaldığına seviniyor, ilkokul öğrencileri ise saymakla bitmeyecek günleri düşünüp lanet ediyordu gelecek yıllara. Temizlik işçileri, vatandaş uyanmadan çöpleri toplama telaşında koşuşturuyordu. Yolculuk vaktinin iyice yaklaştığını hisseden yaşlı adam camiden eve doğru giderken, meyhanedeki ölümsüzle sokakta karşılaşıyor; yaşlı adam yüzünü ekşitip selam vermeden meyhaneden çıkanın yanından geçerken henüz ayılamamış boyalı saçlı, iki günlük traşlı, ıslak gömlekli adam yaşlı adamı göremiyordu bile. Gecenin ardından gelen aydınlığın sevinciyle, memnuniyetsiz ve bitik geçen ömrün kavgası bütün sokakları kaplıyordu.


Gece boyunca uyuyamamıştı. Kafasında durmadan dönüp dolaşan düşünceler beyninin bir boşluk bulup vücudunu rölantiye almasına izin vermemişti. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, gözlerini kırparken acı çekiyordu. Sırtı tutulmuş, bacakları uyuşmuştu. Güneşin doğduğunu bile fark etmemişti. Zaten evi de güneş almıyordu. Zeminin altında oturmuyordu artık, geçen sene aldığı terfi sayesinde ikinci kata çıkabilmişti. Kendini kral dairesinde yaşıyor gibi hissetmişti ilk zamanlar. Bu tekrarlanması pek de mümkün olmayan bir başarı hikâyesiydi. Herkes için üst limit en son bulunduğu noktadır diye düşünürdü hep. Ya da kendini böyle avuturdu. İnsanın hayatta kalmak için ortaya koyduğu en temel güdüydü ne de olsa bu. Yoksa her insan doğduğu andan itibaren sırf insan olduğu için eşit imkânları hak edecek değildi ya. Mutlaka kraliçe arılar olmalıydı ve işçi arılar olmadan da kraliçe olmanın bir anlamı olamazdı. Cehennem olmasaydı, kim isterdi cenneti.


Telefonuna kurduğu alarm her Allah’ın günü yaptığı gibi çalmaya başladı. O an güneşin doğduğunu anladı. Apar topar koltuktan kalkmaya çalıştı fakat bacakları uyuştuğu için bir anda yere serildi. Denizden çıkan balık gibi biraz çırpındıktan sonra kalkarak apar topar gömleğini ütüleyip evden çıktı. Otobüs durağına doğru yürürken açlıktan midesi büzülmeye başlayınca ne kadar aç olduğunu ve neden kahvaltı yapmadığını düşündü. O an saatler sonra farklı bir şey düşünmüştü. Gece boyunca bilgisayar başında oturup karşısında duran beyaz sayfayı kirletmişti. Aslında kendiyle uzunca bir sohbet gerçekleştirmişti. İnsanlarla konuşmaya erindiği konuları bilgisayardaki yapay beyaz sayfada kendi kendine konuşurdu. Bu onu yazar yapar mı yapmaz mı diye düşünürdü bazen. Sonra da ya deli ya da aciz yapacağı fikrine yakınlaşır ve en sonunda delide karar kılardı.


Açlığını düşündüğü sırada otobüs durağa yanaştı ve kapılar bir anda açıldı. Otobüs insan istifinden ibaretti. Koliye dizilmiş et parçaları gibiydiler. Mahremiyet, özel alan bir anda yok olmuş, karnını doyurmak için çalışmak zorunda olan insanlar hayatta kalma içgüdülerinin devreye girmesiyle bütün kurallarını bir yana bırakmak zorunda kalmıştı. Herkesle birlikte o da otobüse hücum etti. Kendisine zorla alan açmaya çalışıyordu, aslında fizik kurallarını alt üst etmekle meşguldü kendince. O an fizik kurallarının devre dışı kaldığı tek yerin belediye otobüsleri olduğunu düşündü. Kapılar kapanıp otobüs ilerlemeye başladığında bir şeyi atladığını fark etti. O da iki ayak üzerinde duran, akciğer solunumu yapan, omurgalı bir hayvandı ve fizik kuralları onun bildiklerinden ibaret değildi. Bu, insanoğlunun kendini daha iyi hissetmek için dünyayı bildiklerinden ibaret sanmasından başka bir şey değildi.


Otobüs bankanın önüne yanaşınca hemen indi ve derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan benzin ve mazot dumanı alaşımlı oksijeni salar salmaz, sürekli ter solumak zorunda kalmadığı için şükretti. Kapıya doğru yanaştı, kapıda yüzü kara mermere benzeyen güvenlik görevlisiyle göz göze geldi. Güvenlik görevlisi ona yine geç geldin, ne sorumsuz adamsın der gibi bakıyordu. “ Sana mı kaldı geç gelmem, sana ne be adam!” dedi içinden sonra da“ Ama hakkı var aslında” diye geçirdi aklından. Ne de olsa kraliçe arıyla akraba olduğu için oradaydı. Elbette beni yargılamaya hakkı var diye düşünüp kendinden utandı ve sınıfta herkesin içinde sesli ve kokulu şekilde gaz çıkartan sınıfın sessiz ve daima en arkada oturan çekingen çocuğu gibi kafasını yere doğru eğerek içeri girdi. Bankanın ikinci müdürü(!) karşısına dikildi bu sefer. Bakışları söver gibiydi. Nedenini tahmin etmek pek de zor değildi. Sorun, son zamanlarda çalışma saatlerini kendisine göre ayarlamasıydı sadece. Gözlerini devirip hiçbir şey söylemeden yanından geçip masasına oturdu.


Mesainin bitmesine az bir zaman kalmıştı. Gece boyunca kafasını kurcalayan düşünceler yine zihnine kara bulut gibi çökmeye başlamıştı. Bulut gibi kara, taş gibi ağır… Artık fikirlerin, düşüncelerin ve ikilemlerin mesaisi başlamak üzereydi. Onun aksine düşünceler mesaiye geç kalmıyordu. Hâlbuki o farklı bir patrondu, çalışanları işe hiç gelmesin istiyordu. Çalışmasınlar, hep tatil yapsınlar istiyordu. Çünkü onun çalışanları yorulmuyor, aksine sadece onu yoruyordu. Artık tahammül etmekte zorlanmaya başladığını hissetti. Bu his daha önce uğramamıştı ona. Şimdiye kadar öylesine kanıksamıştı ki her şeyi, akılının ucundan dahi geçmemişti. Derken zaman çabucak geçti, mesai bitti. Ezanla namaz arası kadardı ne de olsa insan ömrü, zamanın da fazla vakti yoktu.


Eve geldikten bir süre sonra yorgunluk hissi omuzlarına bir dağ gibi çökmüştü. Bütün kasları bu duruma isyan etmeye başlamıştı, omurgası işlevini yavaş yavaş yitiriyordu. Evde bulunan yiyeceklerden biraz atıştırdıktan sonra yatağına geçti. Uykuya dalmak istiyordu ama bir türlü olmuyordu. Çünkü laneti peşini bırakmıyordu. Yine düşünüyordu, düşünmeyi de düşünüyordu artık ve düşünmekten çok yorulmuştu. Sürekli benzer gişe filmlerini izler gibi hissediyordu kendini. Bütün vücudunu sıktı. Dişleri sıkılmaktan kanamaya başladı. Bacakları kilitlendi, nefessizlikten kıpkırmızı olmuştu. Üstüne karabasan çökmüş gibi bir durumda olduğunu düşündü. Hemen ardından muhalif bir düşünce ile karşılık verdi. “Ne karabasanı, uyku felci o. Uyku esnasında…” Var gücüyle; bütün ağzını dudağı ve çenesi birbirinden ayrılacak kadar, kalan yirmi beş dişi gözükecek şekilde, bütün vücudunu sıkarak avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Ama kendi sesini duymadığını fark etti bir süre sonra.


“Fazla düşünme deli olursun oğlum” diyordu iki sene önce ölen babası rüyasında. Yine alarm sesiyle bir anda uyandı. Mütemadiyen soğuk olan odasında gece boyunca çokça terlemiş, sırıl sıklam olmuştu. Yatakta doğruldu ve bir anda uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yaptı, radikal bir karar aldı. İşi gücü bırakacak, tam on sene evvel ayrıldığı memleketine dönecekti. Anca orada rahat bir nefes alabileceği geçti aklından. “Orada en fazla akşam ne yiyeceğim diye düşünürüm” diye düşündü. Apar topar yataktan kalktı, terli kıyafetlerini çıkarıp yenilerini giydi. Hızlıca evden çıkıp otogara gitti, hemen bir bilet aldı. Otobüsün kalkacağı perona doğru yürüdü, peronun önündeki banka oturdu.


Otobüsü beklerken yine düşünmeye başladı. “Memleket dediğimiz yer neresidir? Doğduğumuz ve büyüdüğümüz yer mi? Yoksa nüfusuna kayıtlı olduğumuz yer mi? Ya da birilerinin bizi bir yerlere ait hissetmemizi sağlayıp kolayca bizi manipüle etmesi için uydurduğu bir yer mi? Veya var olduğumuzu hissettiğimiz yer mi?” Birkaç saniyeliğine düşünmeyi bıraktı. Sanki bir sahil kenarında denizin dalgalarını dinler gibi, nizamiyede işlemleri yapılırken sivil hayata aylar sonra çıkmayı bekler gibi rahatlamıştı. Güzel bir nefes arasıydı; mahkeme suratlı, kirli ve dağınık saçlı, despot ve uzun zaman önce gülümsemeyi unutmuş, herhangi bir şeye zarar geldiğinde kuyruğuna basılmış kedi gibi çığlık atan okul müdürünün girdiği korku dolu ve sıkıcı bir dersten sonra gelen teneffüs gibiydi. Ama çok uzun sürmedi. Cevap geldi hemen aklına: “Var olduğumuzu hissettiğimiz yer. Diğerleri olamaz, o kadar basit olamaz. Her şey karmaşık ve ikilem içerisinde olmalı. Kaos olmalı çünkü her zerremiz kaos içinde. Parçalar bütünü oluşturuyorsa bütün parçadan bağımsız olabilir mi? Peki, var olduğumuzun kanıtı neydi?” O sırada otobüs perona yaklaştı. Kurtuluş ona hiç olmadığı kadar yakındı. Bu ıstırap son bulacaktı artık. Yüzünde bir gülümseme belirmeye başladı. Tam kalkmaya yeltendiği anda cevabı buldu. Kafası karıncalanmaya başladı, beyni sanki olduğu yerde kaynıyordu. Burnu da tarifsiz bir şekilde acıyordu, birazdan burnundan vanası olmayan bir çeşmeden gelen su misali kanlar boşanacak gibi hissetti. Bacakları tutmamaya başladı ve kütlesi olan her nesne gibi o da yer çekimine yenik düştü.

Olduğu yerde kitlenmiş, kalmıştı. Vücudu hayatında ilk defa deniz görmüş kırsal çocuğu şaşkındı, tepki vermiyordu. Uykuda değildi ki, uyku felci olsun diye düşündü. Karabasan da değildi, gündüz ortası ne işi vardı orada. “O zaman neden hareket edemiyorum” dedi içinden. Cevabı veremiyordu. Haykırmak, avazı çıktığı kadar “Artık yeter!” diye bağırmak istiyordu fakat yapamadı. Sesi çıkmıyordu, yaklaşık yirmi iki yıldır hiç çıkmamıştı. Annesinin ve kardeşinin öldüğü trafik kazasında kafasına aldığı darbe yüzünden yıllardır konuşamıyordu. Oturduğu yerde ağlamaya başladı, üzgünken kendini sadece bu şekilde ifade edebiliyordu. Ağlayarak banka uzandı, uzandığı yerde otobüsün git gide gözden kaybolmasını izledi. Bu esnada“Otobüs mü uzaklaşıyor yoksa ben mi?” diye bir soru belirdi zihninde.


Fatih KAVASOĞLU

Nisan 2023

Ardahan

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
MASA (Öykü)

E. orta boylu, kumral; yürümeye başladığı andan beri köyde çeşitli işler yaptığı için iri yapılı, orantısız bir görüntüye sahip kas...

 
 
 
AYNA(ÖYKÜ)

Sıcak bir yaz akşamıydı. Dağdan esen meltem, taze toprak kokularını da beraberinde getiriyordu. Dört yanım –ateş böceklerini saymazsam-...

 
 
 
SON BEŞ DAKİKA (ÖYKÜ)

Burnumu yakan sigara kokusu nikotin eksikliğinden kaynaklanan arzumu bir nebze olsun daha artırıyordu. Onlarca insanın bir saniye bile...

 
 
 

Comments


Yazı: Blog2 Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, meczupmuallim tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page