SON BEŞ DAKİKA (ÖYKÜ)
- meczupmuallim
- 9 Ara 2020
- 6 dakikada okunur
Burnumu yakan sigara kokusu nikotin eksikliğinden kaynaklanan arzumu bir nebze olsun daha artırıyordu. Onlarca insanın bir saniye bile başını bilgisayardan kaldırmadığı, tahminimce hiç göz göze gelmeden mesailerini bitirdikleri, bu rengârenk boyanmış fakat duvarlarda birikmiş kasvetten dolayı ruhsuzluğun gökkuşağını amansızca boğduğu bu lobide hiçbir şey yapmadan geçirdiğim uzun saatlerin üstüne burnumu yakan sigara dumanı bastırdığım arzularımı artık kontrol altında tutamama sebep oluyordu. O andan itibaren sigara içmek değil sigarayla sevişmek istiyordum. Başka çarem kalmamıştı, ne olursa olsun o sigarayı içecektim. Hızlıca plan yapmaya koyuldum. Zaten hayatımda hiçbir şeye -asla uygulamayacağım- en az bir plan yapmadan yeltenmiyordum. Yine aynı şeyi yaptım. Hayatım boyunca izlediğim; başkişisi süper kahraman olan bütün filmleri zihnimde hızlıca analiz edip, o her işten sıyrılan kahramanların gizlilikle yürüttüğü operasyonlardaki tavır ve eylemlerini kendime uyarlayarak planımı kafamda canlandırdım. Her şey hazır olduğuna göre bana ihtiyacı olan bu bedenimin yardımına koşabilirdim. Geldiğimden beri beni fark etmeyen ve varlığımdan bihaber olan harflerin ve seslerin arasında kaybolmuş çalışanların bu durumunun devam etmesi adına yerimden sessizce kalktım. Yakalanırsam dünyanın bütün gözleri üzerime dikilecek ve beni ayıplayacak hissi ile birlikte heyecanım iyice arttı. Kalbimin atışı iyiden iyiye hızlandı, sanki yerinden fırlayacak gibiydi. Yavaşça kapıya doğru döndüm. Tünelin sonundaki ışığı görebiliyordum. Buradan geri dönüş yoktu. Artık kendimi faşizme karşı amansızca yürüyen partizanlar gibi hissediyordum. Her şeye rağmen özgürlüğüme kavuşacaktım. Sessiz adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladığım sırada bir isim yankılandı kulaklarımda. Bu isim bana mı aitti acaba? Sanki bu ismi ilk kez duyuyordum. Benim ismim Kemal miydi? Yoksa Halil mi? Yoksa Tarık mı? Ayşe miydi? Merve miydi? Sude miydi? Yok, yok Halit’ti sanki. Bir anlığına ismimi unuttum. Kulağımda yankılanan ses Kemal diyordu ama benim ismim Halil değil miydi? Belki de benim ismim yoktu. Ben sadece bir âdemoğluydum. Bu yeterli değil miydi? Ben sürgünde olan bir ruhtum. Farklı bir ismimin olması bu gerçeği değiştirebilir miydi? Eğer o elma yenmemiş olsaydı acaba böyle bir ismim olacak mıydı? Belki de olacaktı. Bazı şeyler ne olursa olsun belki de aynı kapıya çıkıyordu? Biz hangi yolu seçersek seçelim sonunda tekrardan aynı yerde buluyorduk kendimizi. Kendimizi aradığımız bu yolculukta hepimiz aynı yerden geldiğimize göre ne olursa olsun, hepimiz kendimizi aynı çıkmaz sokakta bulacağızdır. Âdemoğlu çıkmaz sokağı.
Kafamdan geçen birçok düşünceden sonra Kemal ismini kabullendim ve ismimi seslenen adama doğru heyecandan boşalan bacaklarımla dönüp korku dolu gözlerle ona baktım. Karşımdaki adam esmer ten rengine rağmen sarı bıyıklara sahip gözlerinin altı saatlerce beyaz ekrana bakmaktan ve uykusuzluktan morarmış, artık ölümden başka arzusu kalmamış olan bir asırlık ihtiyarlar gibi iğne ucu kadar tebessüme sahip olmayan suratıyla bana bakıyordu. “Bana mı seslendiniz?” diye sordum. O da buna karşılık olarak “Sizin adınız Kemal değil mi?” dedi. Ben de:
─ Öyle olması gerekiyor.
─ Sigara içmeye mi gidiyorsunuz?
─ Nereden anlandınız?
─ Betiniz benziniz atmış. Belli oluyor. Neredeyse elleriniz titremeye başlayacak.
─Evet, biraz öyle oldu. Saatlerdir hiç sigara içmedim.
─ Sigara içmek için dışarı çıkmanıza gerek yok. Burada içebilirsiniz. Bakın herkes burada içiyor.
Söyledikleri aklıma yattı. Hızlıca yerime oturdum. Önümdeki sehpada duran kül tablasına baktım. Bu küllük ben geldiğimden beri burada mıydı? Buradaysa ben neden fark etmedim? Her şeyden öte bu küllük antika görünümüne sahipti, belki de en az kırk yıllıktı ve yıllar önce bu küllükte söndürülen sigaranın yanında içilen Türk kahvesinin hatırına yıllardır burada duruyordu. O zaman ben gelmeden önce de buradaydı. Hatta ruhum bu bedene hapsedilmeden önce de buradaydı bu küllük. Fakat mesele sadece küllük değildi. Bu ruhsuz ortama geldiğimden beri sigaranın kokusu burnumu yakıyordu. Zaten burnuma gelen sigara kokuları sigara içme isteğimi bastırmakta başarısız olmama sebep oluyordu. Peki, bunca işarete rağmen neden hâlâ burada sigara içilmediğini düşünüyordum. Belki de farkındaydım fakat yine de cesaret edemiyordum. Yasak olan bir şeyi etrafımdaki herkesin çiğnemesine rağmen ben çiğnemeye cesaret edemiyordum ve bunu bastırmak için orada sigara içilmediğine kendimi ikna etmiştim. Bütün duyu organlarımın buna şahitlik etmesine rağmen zihnimi kandırmayı başarmıştım belki de. Ama erkekliğime leke sürdürmemek adına bu gerçeği kendimden gizliyordum. Diğer âdemoğullarından gizlemeye çalıştığım tüm zayıflıklarımı kendimden de gizliyordum demek ki. O zaman ben, ben değildim. Peki, o zaman ben kimdim? Âdemoğluydum ama hangi âdem?
Zihnimde kendimle fikri harp yaparken bir yandan da sigaramı yaktım. Sanki asırlardır bu anı bekliyordum. Nikotinin kanıma karışıp, kalbimden pompalanıp ayağımdaki nasırın altında kalan en son sinirime kadar işlediğini hissettim. Sanki bulutların üstündeydim. Aklıma içtiğim ilk sigara geldi o an. Arkadaşımın getirdiği… Sadece ciğerlerimi karartan değil, bütün benliğimi, dimağımı zehirleyen o kuru ot… Artık yaşam fonksiyonlarım normale dönmüştü. Kendimi kırk yıllık bakirler gibi hissettiren, beynimi kullanmamı engelleyen durumdan kurtulmuştum. Tekrar insan olmanın vakti gelmişti. Âdemden beri gelip geçmiş olan tüm insanlara hayatı zindan eden, tüm huzurunu kaçıran, yaşama sevincini bir kara delik gibi içine çekip çok uzaklara sürükleyen eylemi yapmaktan beni alıkoyacak bir şey kalmamıştı. O an düşündüm. Evet, yaptım. Ben de bir âdem olarak huzurumu kaçırmanın ilk adımını attım. Hâlbuki bunu yapmadan önce tek derdim bir dal sigara içmekti. Başka bir derdim yoktu. Şimdi ise tekrar soru işaretlerine cevap aramak zorunda kalacaktım. Asırlar boyu âdemoğlunun sorduğu ama cevabını bulamadan geldiği yere geri döndüğü sorulara ben de cevap arayıp bulamayacaktım. O soru şuydu: Benim burada ne işim var? Evet, ben buraya niçin gelmiştim. Saatlerce tek bir kelime etmeden duran bu insanları seyretmiş, asırlarca sigara içmenin hayalini kurmuştum. Kendimi zorladım, zihnimde fırtınalar kopardım.
Tüm bu kaotik düşünceler zihnimde dönerken yanımda duran plastik spirallere sahip, kırmızı şeffaf kapaklı bir defter gördüm. Hayır, bu bir defter değildi. Defter görünümlü bir kitaptı. Acaba bu beni buraya getiren bu kitap mıydı? O an zihnimde şimşekler çaktı. Evet, bu benim senaryomdu. Bunu yapımcıya kabul ettirmek için gelmiştim. Param olmadığından dolayı ciltletemediğim için üniversitede olan kuzenimi yalvar yakar ikna edip ucuz olsun diye üniversitenin fotokopi merkezinde çıkarttırıp, aldığım avansla masraflarını ödeyeceğimi söylediğim senaryo. On lira için kuzenime yalvarmak zorunda kalmıştım. Her sabah başka bir evde gözümü açacağımı hayal ederek girdiğim bu sektörde bir üniversite öğrencisinin on lirasına muhtaç olmuştum ama bu sefer farklıydı. İşler değişecekti. Yapımcı senaryoyu okuduğu an nutku tutulacak, ne diyeceğini şaşıracak, hemen bütçeyi konuşmak için yapım ekibini etrafına toplayıp, bana Cihangir’den bir ev tutup filmin hazırlık sürecine başlayacaktı. İşte o anda ben zevkin arşına çıkacaktım. Şimdiye kadar beni anlamayan, düşüncelerimi ve fikirlerimi anlamlandıramayan o şişkin egolu zavallı insanların yüzünü kızartacaktım. Bu sefer kesin olacaktı. Emindim. Her seferinde öyle hissediyordum ve sonrasındaysa o anıları aklımdan silmek için çok fazla zahmete giriyordum belki ama bu sefer farklıydı. O sırada burada otururken kabullendiğim ancak henüz alışamadığım ismim kulaklarımda yeniden çınladı. Kafamı sesin geldiği yere çevirdim. Sesin geldiği yerde uzun boylu, kumral, renkli gözlü, alımlı; vücudu ile tamamen orantısız göbeğe sahip bir kadın vardı. Kadın beni yanına çağırıyordu. O anda beynim vücudumun kontrolünü tamamen kaybetti. Artık bütün bedenim fireni patlamış bir kamyonu kullanmaya çalışan uzun yol şoförüne emanetti. Bir anda yanında belirdim. Önce beni biraz süzdü. Bekledi, düşündü. Ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Âdemoğluna hiç akıl sır ermiyordu. İçeri girmemi işaret etti. Heyecandan bacaklarım titremeye başladı. İçeriye doğru hafifçe bakmaya çalışsam bile heyecandan hiçbir şey göremiyordum. Karşımda amansız bir beyaz ışık vardı. Sanki zaman durmuştu. Bense kocaman beyaz boşlukta öylece süzülüyordum. Hayatımda birkaç saniye yok olmuştu sanki. Kendime geldiğimde karşımda paranın öz evladı gibi duran kalın enseli, kirli sakallı, seyrek saçlı, iri; orta yaşlı adamı gördüm. Bu yapımcıydı. Hızlı adımlarla yürüyüp yapımcının tam karşısında duran deri koltuğa oturdum. Parası olan bu adamların yanına sırf bu koltuğa oturmak için gidebilirdim. Biraz rahatsız olduğu belliydi fakat yüzündeki ifadesizlikten dolayı bu rahatsızlığının nedenini bir türlü kestiremiyordum. Acaba ret mi edecekti senaryoyu, yoksa bana baktıkça gireceği masraflar mı canını sıkıyordu? Tam konuşmaya yeltendiği anda aklına bir şey geldiğini belli eder şekilde durdu. Çekmecesinden purosunu çıkardı. Bana da uzattı fakat ben reddettim. Daha önce bunların ucuz olanlarını denemiştim. Bir gün metro çıkışında kaçak sigara tezgahı açan seyyar satıcıdan almıştım, içmiştim fakat hiç beğenmemiştim. Tabi onun uzattığı puro, benim içtiğim beş liralık purolar gibi değildi ama olsun bir kere soğumuştum. Ben reddettikten sonra purosunu yaktı. Önünde duran bana ait senaryoyu açtı. Benim mail olarak attığım senaryonun çıktısını alıp okumuştu belli ki. Bir senaryoya baktı bir bana baktı ve söze girdi:
─ Kemalcim, senaryonu okuduk. Bizim yönetmen arkadaş da inceledi.
O an kaskatı kesildim. Yönetmene okutmuştu. Acaba beğenmiş miydi yönetmen? Ne demişti? Çekecek miydi? Kafamda dönüp duran bu düşünceler yapımcının söylediklerine odaklanmamı engelliyordu. Kendimi zorladım ve tekrar yapımcıya döndüm.
─ Kemal.
─ Efendim.
─ Kemalcim sana dürüst olacağım.
─ Evet.
─ Hikâyen çok anlamsız Kemal. Senaryon hiçbir şey anlatmıyor. Sadece karanlık var. Koca bir kara delik. Onu anlatmayı bile başaramamışsın Kemal.
─ Yani?
─ Olmaz, bundan bir şey olmaz.
─ Yani?
─ Ne yanisi oğlum. Yok olmaz. Beğenmedim. Boş. Kof. Tırt. Anladın mı yoksa sıralamaya devam edeyim mi?
─ Anladım.
─ Bak Kemal. Seni tanımam, etmem fakat sana kanım kaynadı. Sana çok parası olan, sekreteri ile yatan, seyrek saçlı adam tavsiyesi vereceğim.
─ Kim?
─ Sen babanı dinlemeliydin Kemal. Öğretmen olmalıydın. Yanlış yaptın. Bu işler sana göre değil. Bak, hâlâ geç değil. Gir bu sene sınava atan bitsin bu çile. Bak memur olursun, aydan aya yatar paran. Ne uzarsın, ne kısalırsın. Hele, bir de kadroya geçtin mi…
Karşımda duran o koca adam bu sözleri söylerken yavaş yavaş gözümde kocaman bir mantarkayaya dönüşüyordu. Beni odaya alan kadın, manda derisinden yapılmış kıyafeti ve insan boyutundaki kılıcıyla birlikte üstüme koşarken üzerinde oturduğum rahat deri koltuk ise faleze dönüşüyordu. Bulunduğumuz oda saraya dönüşmüştü bile. Yapımcının söylediklerini kaldıramayıp kafayı yediğimi düşündüğüm anda odada bir ses yankılanmaya başladı. Bu ses çok aşina olduğum bir sesti. Yıllardır ısrarla dinlediğim ve her seferinde beni son derece huzursuz eden bir sesti. O ses şöyle söylüyordu:
─ Sınavın bitmesine son beş dakika…
Fatih KAVASOĞLU
Aralık 2020
Hanak
Kommentare